Yolcuğumuzun ikinci gününde güneş üzerimize Lviv’de doğuyor. Sabah sekiz gibi uyanıp çantalarımızı hazırlıyoruz. Bugün yolculuğumuz Polonya’nın Przemysl şehrine. Dün tren istasyonunu gidip gördük ve biletlerimizi aldık. Bugün tren istasyonuna kadar acele etmemize gerek yok. Sakin bir şekilde Lviv’in büyük parke taşlı yollarında Lviv tren istasyonuna doğru yola çıkıyoruz. Kahvaltı için dün şehir merkezine gelirken seçtiğimiz kuruvasan satan yere karar verdik. Fakat yolumuz gidiş ve dönüş olarak bir yerde ayrıldığından sanırım kahvaltı mekanımız dönüş yönünde kaldı. Neyse ileride buluruz düşüncesiyle tren istasyonunun olduğu sapağa kadar ilerliyoruz. Fakat kahvaltılık alacak yer bulamıyoruz. Dün tren istasyonunun orada temiz ve düzgün gözüken bir yer görememiştik. Merve’yi bisikletlerin başında bırakıp caddede yürüyerek ilerlemeye başlıyorum. Yanımızda yiyecek bişey olması çok önemli. İleride bir ara sokakta kuyruk görüyorum. Ekmek ve kahvaltılık bişeyler satan büfede sıra bana gelince şansımı deneyip “chesee” diye işaret etsem de anlaşamıyoruz. Kapalı pakette bir paket kuruvasan alıp Merve’nin yanına dönüyorum. Sabah kahvaltılarımızı sadece tatlı şeylerle yapmadığımız için bu durum Merve’yi biraz hayal kırıklığına uğratıyor. Son çaremiz tren istasyonunun caddesinde bulunan en düzgün yerden tuzlu bişeyler almak. Küçük bir kahve dükkanı görüyoruz. İçerisi epey yoğun ve sandviç satıyor. İçeriden iki tane vejeteryan sandviç alıyorum. Merve buna çok seviniyor.
Tren istasyonunun önüne geliyoruz. Ancak burada engelli rampası veya bisikletleri çıkarabileceğimiz bir rampa göremiyoruz. Kaslara kuvvet, Merve bisikleti arkadan ittiriyor ben önden çekiyorum. Üç-dört merdivenden bisikletleri çıkarıp dün bilet aldığım alana giriyoruz. Arkadan gelen Ukaynaca ve İngilize anonslarla birlikte zaman tablosuna bakarak trenimizin hangi perondan kalkacağını öğrenmeye çalışıyoruz. Trenimizin bir numaralı perondan kalkacağını öğrendikten sonra oraya doğru gidiyoruz. Peronun olduğu yere gelince uzun merdivenler bizi bekliyor. Etrafta asansör işareti gözükmüyor. Bu kez merdivenler öyle üç-dört tane de değil. Ben biraz kendime fazla güvenerek tek başıma yüklü bisikleti kaldırıp götüreceğimi sanıyorum ama maalesef bunu yapamıyorum. Merve’den güzel bir azar yiyince, ben önde Merve arkada bisikletleri teker teker peron katına çıkarıyoruz. Bisikletleri çıkardığımızda birbirimize söylediğimiz tek cümle “Burada engelliler için hayat çok zor olmalı”.
Peronun olduğu yer oldukça eski gözüküyor. Daha trenimizin kalkmasına bir saat var. En yakındaki banka oturarak aldığımız sandviçleri midemize indirmeye başlıyoruz. Yanımıza bir evsiz içkiyle karışık kötü kokusuyla birlikte gelince banktan kalkmak zorunda kalıyoruz. Peronda bekleyen trenlere bakarak “Acaba bize de bu kadar eski tren mi gelecek?” diye konuşuyoruz. Çünkü eski trenlerin merdivenleri dik ve yüksek. Sonra yanımıza “Merhaba Gençler” deyip Türk baba-oğul geliyor. İkisinin de adı Lütfü. Başta biraz garip gelse de bunu soramadan edemiyorum. Laf lafı açınca bir saat nasıl geçti anlamıyoruz. Aynı trene bineceğiz ama vagonlarımız farklı. Trenin gelişini görünce vedalaşıp bisikletlerimizle son vagona doğru hızla ilerliyoruz. Trenin ne kadar süre duruş yapacağını bilmediğimiz için bisikletlerimizi trene yükelerken acele ediyoruz. Neyse ki tren çok kalabalık değil. Tren tam vaktinde yani 11.18’de geliyor. Aslında bizden sonra bir vagon daha var. Ama o kapıdan iniş-biniş çok fazla olduğu için bu vagona bisikletlerimizi yükledik. Tren kalkana kadar heyecanımız devam ediyor. Trenin hareket etmesiyle birlikte geçişlere engel olmamak için bisikletlerimizi düzgünce yerleştirmeye çalışıyoruz. Trende tek bisikletli biziz. Görevli bisikletlerimizin arkasındaki vagonun iniş kapısını kitledi ve bisikletlerimizi daha rahat koymak için iniş merdivenlerinin olduğu yere kapak gibi bişey indirdi. Başta bisikletlerimizin yanından ayrılmak istemesek de düzgün olarak koyduğumuza karar verince bisikletlerimizi görebileceğimiz şekilde bir koltuğa oturup tren yolcuğunun keyfini çıkarmaya karar veriyoruz. Fakat ray değişimlerinde birkaç kez bisikletlerimiz yere düşmekten kurtulamıyor.
Ukrayna’dan çıkış işlemlerimiz için görevliler geliyor ve çıkış işlemlerimizi trenin içerisinde hallediyor. Benim yine pasaportumu inceliyorlar. Sonra kimliğimi alıp bana bakıyorlar ve sonunda Ukrayna’dan çıkış mührünü vuruyorlar. Lviv-Przemysl arası tren yolculuğu iki saat sürüyor. Fakat Ukrayna ve Polonya’nın saat dilimleri farklı olduğu için saat geri alındığında tren yolcuğu bir saat sürmüş gibi oluyor. Sonra Polonya sınırına yakın bir yerde Ukraynalı görevliler trenden iniyor ve Polonya sınırlarına girdikten sonra tren tekrar duruyor. Bu kez Polonyalı görevliler geliyor. Bisiklet çantalarımızın bazılarını açtırarak gümrük kontrol işlemini yapıyorlar. Sonra pasaport kontrol görevlileri geliyor, birkaç klasik sorunun sonrasında girişimizi yapıyor ve “Polonya’ya Hoşgeldiniz” diyerek uzaklaşıyor. Yanımızda bir sürü belge taşımamıza rağmen hiç kimse bize belge sormadı. Bu kontrolün ardından yaklaşık 20 dakika sonra Polonya’nın Przemysl tren istasyonuna varıyoruz. Przemysl son istasyon olduğu için oldukça sakiniz. Bisikletlerimizi trenden indiriyoruz.
Ukrayna, Polonya’ya göre daha soğuktu. Hotelden ayrılırken uzun kollu bişeyler giymiştik. Fakat Polonya’ya indiğimizde ciddi bir sıcaklık farkının olduğunu gördük bu bizi çok şaşırttı. Oysa sadece yaklaşık iki saat yolculuk yapmıştık. Çantaları açıp üstlerimizi çıkarırken tren istasyonundan herkes ayrılmıştı. Etrafta çıkış tabelasıda görmedik. Aşağıya inen merdivenlerden bisikletleri (bu kez rampadan) indirdik, ilerlerdik ve bu merdivenler bizi diğer peron için alt geçide çıkardı. Böyle toplamda iki-üç kez bisikletlerle in çık yaparak sonunda gerçek çıkışa ulaştık. Tren istasyonundan ayrılarak şehir merkezine pedallıyoruz. İlk hedefimizi döviz bürosu bulmak.
Döviz bürosudan paramızı bozdurduktan sonra şehir merkezinde bisikletlerimizden inerek kısa bir tur atıyoruz. Harika gözüken pasta ve dondurmaların olduğu yerde oturmaya karar veriyoruz. Siparişlerimiz sonrasında bugünle ilgili bir değerlendirme ve planlama yapmaya başlıyoruz. Rotayı oluştururken bugün için Przemysl’de hotelde kalmayı planlamıştık. booking.com‘dan fiyatlara baktığımızda campingte kalmak daha az maliyetli gibi gözüküyor. Aslında fiyatlar normal ancak tur bütçesini iyi ayarlamalıyız. Saat daha çok erken, araştırmalarımıza göre Przemysl’de gezilip görülecek pek bişey yok, tüm gün burada kalmak pek mantıklı gelmiyor. Ayrıca hava güneşli ve yaklaşık 15 km sonra bir kamp alanı gözüyor. Tam da yarın ki güzergahımızın üzerinde sayılır. Karar verildiğine göre masadakileri silip süpürdükten sonra yola koyuluyoruz.
Tam şehir merkezindeki yürüyüş yolunda biri beni “Naber kanka” diyerek elini uzatıp durduruyor. İlk anda ben biraz şaşırsamda otomatik cevap olarak “iyidir kanka, senden naber” diyorum.
-Merhaba ben 6 kere Türkiye’de bulundum. Benim çok fazla arkadaşım var. Türk Bayrağını görünce selam vermek istedim.
-Öyle mi? Türkçe öğrenmişe benziyorsun.
-Evet arkadaşlarım öğrenmeme yardımcı oldu.
-Türkiye’de hangi şehirde bulundun?
-İstanbul ve İzmir’de bulundum. Bir şeye ihtiyacınız var mı? Yolculuk nereye? Türkiye’de arkadaşlarım bana çok yardımcı oldu. Ben de size yardımcı olmak isterim.
-Yok hayır hiçbir şeye ihtiyacımız yok. Teşekkür ederiz. Lviv’den buraya trenle geldik. Bugün kamp alanına Perla Sanu’ya doğru süreceğiz.
-Çok güzel. İyi yolculuklar.
Güzel insanlar sizi yolda bulabiliyor. Aramızda geçen diyaloğun büyük bir kısmı Türkçe olarak gerçekleşti. Ama arkadaşın ismini sormayı unuttuk. Yolcuğumuz sırasında bayrakların etkisi her geçen gün biraz daha artıyor. Kullandığımız maps.me uygulaması bizi San Nehri kıyısında bulunan Green Velo isimli bisiklet yoluna çıkarıyor. 5-6 km kadar kaliteli asfalt ve güzel işaretlenmiş bisiklet yolundan devam ediyoruz. Ardından yolumuz toprak ve çakıllı yola dönüşüyor ancak hala işaretlemeler bulunuyor. Hemen ardından Green Velo ikiye ayrılıyor ve araç yoluna bağlanıyoruz. Kamp alanına yaklaşık 13 km kala bulduğumuz marketten akşam ve yarın sabah için alışveriş yaparak tekrar yola çıkıyoruz. Biraz daha ilerledikten sonra haritayı kontrol ediyorum. İleride bir sapak gözüküyor, daha az yoğun bir yol var. Fakat yol kesik çizgili olarak işaretlenmiş. Toprak yol olduğunu anlıyorum. Zaten kamp alanına 4-5 km yolumuz var.
Yeni rotayı tercih ederek ileriden sapıyoruz. Küçük bir köyün içinden geçip kereste atölyesine doğru sapıyoruz. Bu dönüşle birlikte yaklaşık 300 metre sonra asfalt yoldan ayrılıyoruz. Toprak yol başta tarlaların arasında giderek devam etse de yol ilerledikçe daha da kötüleşiyor. Yüklü bisikletle sürmekte zorlanıyoruz. Bir yerde mola verip Merve’nin yolluk olarak yaptığı yiyecekleri afiyetle yedikten sonra yola devam ediyoruz. Bazı yerlerde çukurlar giderek büyüyor ve toprak yol giderek ıslanmaya başlıyor.
Yanımızdan koşu yapan birinin geçmesi bize güven veriyor. Kamp alanına iki kilometre kala yolumuz tamamen çamur oluyor. Pardon yolumuz diyorum ama yol diye bişey de kalmıyor. Merve’nin bisikletinin çamurlukları doluyor. Çamurda bisikletleri itmek çok zorlaşıyor. Tam da küçük bir tırmanışla birlikte olması bizi çok zorluyor. İyi kötü bir yola kadar bisikletlerimizi itiyoruz. Bisikletlerimizin çamurlarının bir kısmını elle temizlemek zorundayız. Çünkü tekerleklerimiz dönmüyor. Kısa bir temizlemenin ardından gidebilecek kadar oluyor. Merve “buradan hiç kamp alanı çıkacak gibi durmuyor ama hadi bakalım” diyor ve inişe başlıyoruz.
Kısa bir süre sonra zemin silindirle ezilmiş ve düzlenmiş büyük kayalarla kaplanıyor. Sapakta kamp alanın tabelasını görünce bir rahatlama geliyor ama bu dik ve bozuk zeminli inşte dikkatli olmalıyız. Kamp alanı olduğunu düşündüğümüz yere geldiğimizde bir kadın yanımıza geliyor. İki kişi, bir gece ve bir çadır için Perla Sanu isimli kamp alanına 40 Zloty ödeme yapıyoruz. Kadına 100 zloty veriyoruz, üstünü getireceğini söylüyor ve bize kamp girişini tarif ediyor. Kamp alanı tam San Nehrinin kıyısında. Tuvalet ve mutfağa yakın bir yere yerleşmek istiyoruz. Öncelikle çantaları ve bisikletler hortumla yıkıyorum. Kadın para üstünü getirdiğinde yarın için çıkış yolunu soruyorum. Başka bir yol olmadığını geldiğimiz yolu geri dönmemiz gerektiğini söylediğinde çok üzülüyoruz. Çünkü o büyük kayaların olduğu dik yokuşu yüklü bisikletle iterek bile çıkarmak çok zor. Yarın günümüzün büyük bir kısmını böyle bir yolda harcamak istemiyoruz. Ama başka bir çare yok gibi gözüküyor.
Havanın kararmasına neredeyse iki saat var. Kamp alanında kedi, köpek ve at var. Bir kısmı sanırım çiftlik olarak kullanılıyor. Ayrıca üst girişin hemen arkasında bungalov evlerde bulunuyor. Bu güzel ve sakin kamp alanını bulmuşken yanımızda neler var? Tura çıkarken hangi malzemeleri kullanıyoruz? Bununla ilgili bir video çekimi yapıyoruz.
Ayrıca günümüzü anlatan videomuzu da burada çekip sonra yemek yiyoruz. Yemekten sonra yavaş yavaş hava kararmaya başlıyor. Biz de çadırımıza geçiyoruz.
Bugün yaşadıklarımızla ilgili hazırladığımız videomuzu aşağıdan izleyebilirsiniz.
Okuduğunuz ve izlediğiniz için teşekkürler. Bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip etmeyi unutmayın.
Günlük yol bilgileri; Lviv-Przemysl(Tren)-Perla Sanu Camping 24 KM
Henüz Yorum Yok